29 Aralık 2019

Kötülük Problemine Yusuf Suresi Üzerinden Bir Katkı


Bu yazıdaki niyetim bu meseleye bir çözüm sunmak değildir. İşin açığı felsefi terminolojiye o kadar da hakim değilim o yüzden buradaki yazıları bu meselenin çözümüne bir katkı olarak okumanızı isterim. Kur’an'dan hareketle(özellikle Yusuf Suresi üzerinden), Kötülük problemini içeren sorunun islami açıdan bir problem teşkil etmediğini, Allah’ın bazı sıfatlarından dolayı kötülüğün var olmasının bu dünya için gerekli olduğunu göstermeye çalışacağım. Öncelikle kötülük problemini formülleştirelim;

1. Tanrı iyidir.

2. İyi bir tanrı kötülüğe engel olmak ister.

3. Her şeye gücü yeten tanrı kötülüğe engel olabilir.

4. Kötülük vardır.

5. Öyleyse iyi ve her şeye gücü yeten bir tanrı yoktur.

Kabaca bu şekilde olan bu formülasyonun sonucunda bir tanrının olmadığına hükmedilir. Ancak bu formülasyon da eksik olan ise Yusuf Suresi'ndeki Allah tasavvurunda var olan Allah’ın isimlerinden “gâlib”, “latif”, “alîm”ve “hâkim” isimlerinin eksikliğidir. Eğer bu isimler -ya da sıfatlar mı dersiniz- formülasyona eklenirse kötülük problemi gibi bir durumun en azından islam nazarında bir kıymet-i harbiyesi kalmayacaktır. Şimdi hikayeden başlayalım;

Yusuf peygamberin çocukluğunda başına gelen şeyleri okuduğunuzda, şu günlerde televizyonda görseniz vah vah diyeceğiniz olaylar yaşadığını göreceksiniz. 10 kardeşi onu öldürecek derecede kıskanıyor ve nitekim onu öldürmeye karar veriyorlar. Onu çok sevdiği babacığından ayırıp kuyuya atıyorlar, sonra kardeşleri foyaları ortaya çıkmasın diye kervanlara birkaç kuruşa çocuk bir köle olarak satıyorlar. Kervanlarla Mısır'a gidip evinden çok uzak diyarlarda bir köle olarak yerine yerleşiyor. Kaldığı yerde iftiraya uğrayıp yıllarca zindanda tutsak olarak tutuluyor. 

Tüm bunlar olurken allah bu kadar kötülüğe nasıl oluyor da razı oluyor insan şaşırıyor. Fakat aslında Allah bizlere çok hikmetli şeyler öğretiyor bu hikayede. Nitekim surenin başlangıcında bu hikayede akıl sahipleri için nice ibretlerin olduğunu vurguluyor. Meseleye hikmet dairesinde bakıp ufkumuzu açtığımızda kötü gibi gözüken şeylerin arkasında işleri idare eden, her şeyden haberdar ve dilediğini yapmaya muktedir olan Allah’ın zatını görüyoruz.

Yusuf peygamber o meşhur rüyayı gördüğünde yüce Allah, Yakub peygamberin ağzından Yusuf peygamberin nimetlere erişeceğini makam ve mevki sahibi olacağını söylüyor. Ancak yıllar içinde durum bir yerde Yusuf peygamber için yoluna girse de son ana kadar Yakup peygamber açısından baktığımızda oğlunun varlığından bile haberdar değildir ve tablo o başlarda tasvir ettiği durumdan çok uzakta durmaktadır. Ancak Allah emrinde galip olandır(vallahu galibun ala emrihi).

Allah, Yusuf peygamberi babasından ayırarak Allah’a inanmayan bir toplumun başına geçirmeyi ve dinini yaymayı murat ediyor. Allah, İbrahim peygamberin soyundan son peygambere uzanan bir silsileyi devam ettirmek ve İbrahim peygamberin duasını gerçekleştirmek istiyor. Allah, İsrailoğullarını Mısır’a sokup ileride Musa peygamberin hikayesini tüm insanlığa anlatmak istiyor. Allah, Yakup peygamberin oğullarını İbrahim gibi kurban edip sükunet bulmasını diliyor, Yusuf peygamberin kardeşlerinin hatalarını kabul etmesini istiyor gibi pek çok hikmet bu hikayeyle bir bütünlük içinde.

Eğer hikayenin içinde bazı kopukluklar olsaydı olay çok farklı yerlere gidecekti. Mesela Yusuf peygamber hapse atılmasaydı o iki gençle tanışamayacak ve bütün bir Mısır’ı ve çevresini kıtlıktan kurtaracak formülü krala söyleyemeyecekti. Bunun sonucunda ne kadar insanın hayatının kurtulduğunu tahmin edebiliyor musunuz? Demek ki zahirde kötü gibi gözüken bir durum son kertede çok daha büyük hayırlara vesile olabilirmiş. Ayrıca bütün bir Mısır ve çevresi açlıktan ölse bile bir problem olmayacaktı. En nihayetinde dönüş yine Allah’a olmayacak mı? Bütün bu olayların olması Yusuf peygamberin çocukluğunda çok kötü şeyler yaşamasıyla başladı ama nihayet sabrıyla allah’ın lütfuna ulaştı. Çünkü Allah’ın dilediği şeyler bambaşkaydı ve ona uygun hükmetti (alimun hâkim). Çünkü Allah yaptığı her işi çok ince bir şekilde düzenlemeye kadirdir, o işleri bizim göremeyeceğimiz ya da arka planda bizim fark edemeyeceğimiz bir şekilde düzenlemeye gücü yetendir (latîfun limâ yeşâu)

Tüm bu hikayeyi Yusuf peygamber ailesinin kendisine secde ettiğini gördükten sonra geriye dönüp hayatına bir göz attığında fark edebiliyor. Ancak hepimiz Yusuf peygamber gibi şanslı olamayabiliriz. Bu hayatta kimimiz geriye dönüp iyi ki o işi yapmamışım şimdi burada olmazdım diyerek işin hikmetini dünyadayken görür kimilerimiz de keşke o işi yapsaydım deyip belki de kötülüğümüze olacak şeyin hikmetini ahirette anlayabiliriz. Her iki durumda da Allah’ın olaylara hükmettiği ve şer olarak gördüğümüz bir durumun hayır, hayır olarak gördüğümüz bir durumunda şer olabileceğini bilip hayatımıza devam etmemiz gerektiğini söyleyebilirim. İbn-i rüşd’e göre ise "her şeyi yaratan tanrı, her şeyin bilgisine vakıftır. Kötülüğü de tanrı yaratmıştır fakat bu bizim açımızdan kötülüktür. Bizim kötülük dediğimiz şey tanrı açısından kötülük olmayabilir. Hatta bizim kötülük olarak gördüğümüz bir şeyin nihai anlamda yöneldiği amaç tanrısal iradenin ve adaletin gerçekleşmesi için bir araç olabilir" der.

Yusuf peygamberin hikayesine dikkat ederseniz insanların kendi davranışlarından dolayı Allah’ın iradesinin tecelli ettiğini göreceksiniz. Bu durumda kötülük probleminde en çok kullanılan savunmalardan biri olan "özgür irade" kavramsallaştırmasının ortaya çıktığını göreceksiniz. Mesela Yusuf peygamber o kadar takvalı olmasaydı diğer 11 kardeşi değil de kendisinin eliyle Allah’ın nimetlerinin İsrailoğullarına ulaştığı kişi olamayacaktı. Yusuf peygamberin nefsinden murat almak isteyen kadın, kendi kötülüğü olmasaydı kocasının ve diğer Mısırlı kadınlarla birlikte kralın karşısında suçunu itiraf etmek zorunda kalmayabilirdi. Yani kişilerin eğilimleri(özgür irade) burada belirleyici olmaktadır. Yüce Allah Nisa Suresi 78. ayette iyiliğin ve kötülüğün kendi katından geldiğini söylerken ontolojik olarak her şeyin kendi katından geldiğini vurguluyor. Yani Allah bu evreni ve özgür iradeli olan insanları hiç yaratmasaydı onların işleyebileceği bir kötülükte olamayacaktı. Allah varsa onun iyilikte ve kötülükte parmağı olamayacağı elbette düşünülemez. Hemen bir sonraki yani 79. ayette iyiliğin Allah’tan kötülüğün ise insanın kendisinden geldiğini söylemektedir. Burada ise iyiliğin kaynağı olarak kendisini göstermekte kötülüğün sebebini ise insanın nefsine atfetmektedir. bu iki ayetin peş peşe olması kimileri için bir çelişki olarak görülse de –meselemiz o değil- Allah’ın özgür iradeli insanlara atıf yaptığı oldukça aşikardır.

Ayrıca insanın kendi hayatında yaşadığı kötü tecrübeler onun karakterini geliştirdiği ve sonraki hayatında olayları çok daha hikmetli bir şekilde kavrayarak problemleri aşabildiği herkesin gözleyebileceği bir olgudur. “hayatın içinde yoğrulmak” deyimi halk arasında nice hikmetler barındırmıyor mu? Buradan hareketle tekrar hikayeye dönersek Yusuf peygamberin yaşadıkları aynı zamanda onun yetişip gelişmesi için gerekli olan şeylerdir değil midir? Modern filozoflardan olan John Hick, kötülük problemini insanın olgunlaşma mücadelesi ekseninde değerlendirirken bu noktaya işaret etmektedir; "tanrının amacı sıkıntıların ve acıların olduğu mücadeleci bir dünya yaratarak insanın ruh yapma(kendini geliştirme/tanrı’ya layık olma) idealini gerçekleştirmesidir. Hiçbir kötülüğün bulunmadığı bir dünyada; iyiliğin, ahlaklı olmanın, fedakarlığın ve diğerkamlılığın bir anlamı olmayacaktır” demektedir. Kötülüklerin insanlığın ilerlemesindeki payı reddedilemeyecek kadar kesin bir gerçekliktir. Çektiğimiz sıkıntılar, uğradığımız haksızlıklar, başımıza gelen felaketler, sebebini kavrayamadığımız bir çok kötülük manevi gelişimimizde önemli roller oynamaktadır. Başımıza gelen ve adına “kötülük” dediğimiz olumsuzluklardan çıkardığımız dersler; aynı olumsuzlukları tekrar yaşamamak için gerekli tedbirleri alma noktasında ahlaki ve teknolojik bir gelişmeyi hızlandırıcı bir etki de yapabilmektedir.

Meselenin başka bir yönü de insanoğlunun bir mefhumun kıymetini ancak zıttıyla idrak edebilmesinden ileri gelmektedir. Zariyat Suresi'nde de dikkat çekilen bu meselenin anlatmak istediği öz şudur; devamlı iyilik olsaydı kötülük diye bir şeyin varlığından haberdar olamayacak ve onun değerini idrak edemeyecektik. Kötülüğün asıl varlık sebebi evrendeki mükemmelliği tamamlamaktır. Kötülük, iyiliğin anlamlı olmasına hizmet eden bir özelliğe sahiptir. İbn-i sina’da evrenin mükemmel bir şekilde yaratıldığını kabul eder. Bu anlamda kötülükler mükemmel olan evren için bir zorunluluktur. "İyiliğin anlamlı ve anlaşılır olabilmesi için kötülük olması gerekir" demektedir. Yani kötülük, mutlak iyiliğin bir bedelidir. İnsanın bu dünyadaki imtihan amacı ve öte dünyada hesap verebilmesi için kötülük şarttır. Allah mutlak iyidir ama aynı zamanda mutlak adil olması gibi bir niteliği de vardır. Adalet için iyinin kötüden ayrılması gerekir. Bu bağlamda kötülüğün var olması oldukça işlevseldir.

David Hume’un kötülük problemine dair sorduğu şu soruların; “tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? öyleyse o güçsüzdür. Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? Öyleyse o iyi niyetli değildir. Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu” cevapları bu surede ve anlattıklarımın içinde mevcuttur.

SONUÇ:

Kötülük problemine insan olarak çok dar açıdan baktığımız için büyük resmi çoğu zaman kaçırmaktayız. Sahip olduğumuz kısıtlı bilgiyle tanrısal aklın neyi murat ettiğini bilemeyeceğimiz için bu evrende kötülük namına kesin hükümlere varmak oldukça sağlıksız sonuçlar doğurmaktadır. İslami açıdan kötülük problemi denilen şeyin Allah’ın diğer sıfatlarıyla (alîm, hâkim, lâtif, gâlib) uyum içinde olduğu ve kötülüğün var olmasının son kertede bir amaca hizmet ettiği görüldüğünden bir problem teşkil etmemektedir. İslam dini, kötülük problemiyle ilgili sorulan sorunun(tanrı kendi yarattığı dünyada nasıl olur da kötülüklere izin verebilir?) cevabını, tanrıyla birlikte bir kötülüğün neden var olduğunu başarılı bir şekilde gösterebildiğinden onun açısından böyle bir problem zaten yok hükmündedir. Dolayısıyla yazının başında verdiğim kötülük problemi formülasyonunu şu şekilde revize ederek sorunu çözebiliriz;

1. Tanrı iyidir. ama aynı zamanda mutlak adil, gâlip, lâtif, alîm ve hâkimdir.

2. İyi bir tanrı kötülüğe engel olmak ister. ama aynı zamanda kötülüğe engel olmamak için makul gerekçeler vardır.

3. Her şeye gücü yeten tanrı kötülüğe engel olabilir ama hikmet gereği olmamaktadır(2’ye göre)

4. Kötülük tasavvurumuzla tanrısal aklın kötülük tasavvuru farklıdır.

5. Öyleyse iyi ve her şeye gücü yeten bir tanrı vardır.

Başta da söylediğim gibi bu söylediklerim çokta hakim olmadığım için felsefi literatürde farklı kavramlarla ifade edilmiş olabilir ancak Yusuf Suresi bağlamında bu meseleyi tekrar ele almanın problemin çözümü için yeni ufuklar açacağı kanaatindeyim. Öte yandan Kehf Suresi'deki Hızır ve Musa kıssasının da kötülük probleminin İslam nazarında çözüme kavuşturulması için oldukça önemli bilgiler içerdiğini düşünmekteyim. Belki onu da başka bir yazıda ayrıca açıklarım.